ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE ? Bir ”GDO” Analizi
Çocuklarımız geleceğimizdir. Herkes, canından bir parçası olan çocuğuna, elinden gelenin en iyisini yapmak ister. Çocuklarımızı, yani geleceğimizi nasıl yetiştiriyoruz?
Soğandan daha çabuk pişen tavuk, kabuklarını bıçak kesmeyen domates, içerisinde çekirdeği olmayan biberlerden yemek yapmak ne derece normal?
Markete gidiyorsunuz, renkli ambalajlarla saklanmış, doğala özdeş! aromalı yiyecekler ne kadar doğal ? Bal dök yala diye tabir edilebilecek marketlerde, satılan gıdalar ne kadar temiz ve ne derece güvenli?
Market arabalarına göz gezdirdiğim zaman; çikolata, kola, dondurulmuş gıdalar, reklamları yapılan renkli yoğurtlar, cipslerle dolu. Bunlar ne derece sağlıklı ve temiz…
Çevre ve hijyen konusunda son derece bilinçlendiğini gördüğümüz halkımız, yediği yiyeceklerin güvenliğinden ne kadar emin…
Gıda kaynaklarını kontrol eden, insanları kontrol eder.”
-Henry Kissinger*
“Gıda güçtür! Biz bunu davranışları kontrol etmek için kullanırız. Bazıları buna rüşvetçilik diyebilir. Özür dilemiyoruz.”
-Catherine Bertini(ABD eski Tarım Bakanı Yardımcısı, BM Gıda Programı eski yöneticisi)
GDO’lu ürünleri ve suni tohumları dünyaya ihraç eden İsrail, insanlığın en temel ihtiyacı olan gıda sektörünü tekeline almaya hazırlanıyor.
Dünyada başta silah, kimya ve elektronik olmak üzere birçok temel sektörü hem doğrudan hem de dolaylı olarak elinde tutan İsrail’in yeni gözdesi, genetik tarım. Genetik üzerine harıl harıl çalışan İsrailli bilim adamları, özellikle gelişmekte olan ülkeler gibi pazarlar sayesinde ‘Siyonizm’e milyar dolarlar akıtıyorlar.
Düşmanın silahı ile silahlanmamız gerektiğini bilen bizler, genetik bilimi hakkında ne kadar emek harcıyoruz…çocuklarımızı, gençlerimizi neden bu konulara yönlendirmiyoruz…
İsrail’in genetik araştırmalara büyük yatırım ve emek harcadığını biliyor musunuz. Masum bebeklerin üzerine misket ve fosfor bombasını atabilecek kadar, bilimi aşağılık heveslerine kullanan bir ülkenin, genetik araştırmalarını insanlığın yararına kullanacağına inanıyor musunuz?
Önümüze sunulan her yiyeceği sorgulamadan yemek demek, telafisi güç problemleri genlerimize aktarmak demektir. Bu demektir ki, geleceğimiz bizim yeme ve içmemizden etkilenir. Günümüzün savaşları, mermi toplarını öküz arabasına taşımakla değil, genlerimizle şekillenen geleceğimiz ve biyolojik ihtiyaçlarımız için zaruri gıdalarımızladır. Gıda savaşları, çağımızın en gizli ve tatlı maskesi ile yapılan küresel bir sorundur. Burada, hükümetlere sorumluluğu yıkıp, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak aymazlıktır. İnsanlar bu konuda, kendilerine sunulanları sorgulamalı, sivil toplum mekanizmalarını akıllı ve bilinçli bir şekilde kullanabilmelidir.
Dünyada, genleri değiştirilmiş yiyecekler, tüketiciler bilmeden yediği için alerjilere, sakatlıklara ve ölümlere sebep oldu. 1997 yılında genetik mühendisliği ürünü triptofan’ın üretimi sırasında ortaya çıkan zehirli ve ölümcül bakteriler nedeniyle 51 kişi öldü ve bin 500 kişi kalıcı olarak sakatlandı. Soya fasulyesine eklenmiş olan brezilya fıstığı genleri birçok insanın ciddi alerjik reaksiyonlar göstermesine sebep oldu. Daha fazla yan etki ve ölüm vakalarının olabileceğini tahmin etmek zor değil. Etiket üstünde doğru bilgi verilmezse sağlık problemlerinin sonu gelmez.
Bu, nükleer bombadan bile daha korkunç. Ne kadar uzun sürerse sürsün, nükleer bombanın etkisi bir zaman sonra sona eriyor fakat genetik kirliliğin geri dönüşü yok!
Bunu neden yapıyorlar ?
Genleriyle oynanmış yiyeceklerin büyük miktarlarda satılması kimya/ genetik endüstrilerinin kârlarını artırıyor. Genetik araştırmaları için harcadıkları milyarlarca doları geri kazanmak istiyorlar. Stratejileri, genlerini değiştirdikleri yiyecekleri en hızlı şekilde piyasaya sürmek.
ABD Tarım Bakanlığı, FDA, bunların varlıklı destekçileri, genetik mühendisliği şirketleri dünyadaki açlık sorununu çözmeye çalıştıklarını iddia ediyorlar. Ancak biraz daha dikkatli bakılınca gerçek hedefleri görülebiliyor. Biyoteknoloji şirketlerinin global yiyecek piyasasını deneysel üretimleriyle kontrol etmeleri. Tabiri caizse, robotlaşmış köleler elde etmek…
Genetiği ile oynanmış önemli yiyeceklerden bazıları şunlardır:
Mısır: Kimyasala böcek ilacı glufosinat’ın yüksek miktarlarına toleranslı olması için genleriyle oynandı. Bacillus thuringiensis bakterisinin ve bir virüsün DNA’sı ile birleştirildi.
Soya: Monsanto bir bakterinin genleriyle soyanın genlerini birleştirdi. Böylece Monsanto’nun ürettiği kimyasal böcek ilacı (glyphosate)’na dayanıklı hale geldi.
Kanola yağı: California şalgamı, değişik virüsler ve bakterilerin DNA’ları ile birleştirildi. Bu genetik mühendisliğinin sonucunda daha fazla laurik asit üretiyor.
Pamuk çekirdeği yağı: Arabidopsis bakterileri ve virüslerden DNA aktarıldı. Bromoxynil isimli kimyasal böcek ilacına dayanıklı hale getirildi. Bromoxynil insanlarda doğum anomalilerine sebep oluyor.
Mısır ve soyaya dikkat:
Mısır ve soyaya özellikle çok dikkat etmek lazım çünkü birçok ambalajlı üründe kullanılıyorlar. İçeceklerde, asitli meşrubatlarda, tatlı yiyeceklerde, şekerlemelerde ve aspirinde bulunan mısır şurubu, nişasta bazlı sıvı şeker, fruktoz ve fruktoz mısır şurubundan kaçının. Mısır yağı, mısır nişastası, mısır unu, glikoz şurubundan uzak durun. Soyadan uzak durun. Soya unu kullanılan hamur işleri, pizza, kurabiye, kek, makarna, et ürünleri (mesela Big Mac), tofu, soya sütü, bebek maması, gofret, margarin, hazır salata sosları, soya sosu, lesitin ve soya lesitini yemeyin. Bu liste toplam 30 bin üründen uzak durun anlamına geliyor.
Süt ve peynir:
Monsanto’nun genetik mühendisliğiyle ürettiği rBGH hormonu ineklerin daha fazla süt vermesine sebep oluyor ve korkunç derecede mastit (meme iltihabı)’e sebep oluyor. Bu hasta ineklerin devamlı doktor gözetimi altında olması gerekiyor ve antibiyotiklerle tedavi ediliyorlar. Sütleri yüksek oranda cerahat içeriyor. İnsanlarda kanser riskini artıran rBGH içeriyor.
Peynir satın alırken organik mayayla yapılmış olanları satın alın. Günümüzde çoğu peynir genetik mühendisliği ürünü “chymosin” isimli mayayla yapılıyor.
Hamur işleri:
Bazı ekmek ve hamur işlerinde genetik mühendisliği ürünü enzimler veya diğer maddeler kullanılıyor. “Dough conditioner”, “amylase”, “catalase” ve “lactase” gibi maddelerden uzak durun.
Et, tavuk ve balık:
Modern çiftliklerde büyüyen çoğu hayvan genleri değiştirilmiş yemlerle besleniyor. Üstüne üstlük, hastalıklı ve ölmüş hayvanlardan elde edilmiş korkunç karışımlar yediriliyor. Bugün yenebilecek en güvenilir et ve tavuk organik yemlerle beslenenlerdir. Çiftlik balıklarından da uzak durun.
Hülasa, yiyeceklerimizi seçerken, içinde neler olduğunu araştıralım. Bize sunulan her tabağa amenna demeyelim. Alışveriş yaparken içindekiler kısmını okuma zahmetinde bulunalım. Pastanelere kullandıkları şekeri, yağı vs ne olduğunu araştıralım. Dış görünüş ve fiyatını araştırdığımız kadar, içinde de ne olduğunu merak edelim.
Emine Aktaş
Ziraat Mühendisi
Tarım Danışmanı
Değerli meslektaşım ; paylaştığınız bilgilere katılıyorum ve yediğimiz her ürünün kendi ülkemizde yetiştiğini ve dışarıya ihraçta dünyadaki ülkeler arasında ilk 5 e girmeyi umut ediyorum. Sevgiyle kalın
Çayı çok severim, bazen evde bir kaç gün kimse olmuyor ve demlikte kalan çay demi mutlaka küfleniyordu. farklı çayları da sık sık alırım. eve son aldığım seylon çaylar hiç küflenmiyorlar. şüphelenip çöpe atıyorum farklı bir yerden farklı marka alıyorum fakat yine küflenmiyorlar. yine çayı demlikte unuttum ve iki hafta evde yoktum ve seylon çaydan da katmıştım. maalesef yine hiç bir küf yada mantar oluşmamış. sizce radyasyon veya kimyasal bir nedeni olabilir mi? eğer öyle ise aldığım her seylon çayda bu nasıl olur?