Atatürk ve Tarım
Atatürk, ülkeyi bağımsızlığa kavuşturduktan sonra, başta ekonomi olmak üzere tüm alanlarda ülkesinin ilerlemesine yönelik çaba sarf etmiştir. Özellikle tarım Atatürk için çok önemliydi. Atatürk; ” Milli ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca yayılmayı kolaylaştıracaktır. Fakat bu çok önemli işi isabetle amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi etütlere dayalı bir tarım politikası tespit etmek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir tarım rejimi kurmak lazımdır. Bu politika ve rejimde yer alabilecek başlıca önemli noktalar şunlar olabilir: Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünemez bir nitelikte olması, büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus yoğunluğuna ve toprağın verim derecesine göre sınırlandırılması lazımdır Küçük büyük bütün çiftçilerin iş makinelerini arttırmak yenileştirmek ve korumak önlemleri vakit geçirmeden alınmalıdır.
Memleketi; iklim, su ve toprak verimi bakımından, tarım bölgelerine ayırmak gerekir. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern pratik tarım merkezlerinin kurulmalıdır. Gerek mevcut olan ve gerekse de bütün memleket tarım bölgeleri için yeniden kurulacak tarım merkezlerinin kesintiye uğramadan tam verimli olarak faaliyetlerini, şimdiye kadar olduğu gibi devlet bütçesinden ağırlık vermeksizin kendi gelirleriyle kendi varlıklarının idaresini ve gelişmesini sağlayabilmeleri için, bütün bu kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurumu oluşturulmalıdır. Bir de başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla sanayimizin dayandığı çeşitli hammaddeleri temin ve dış ticaretimizin esasını oluşturan çeşitli ürünlerimizin ayrı ayrı her birinde, miktarlarını arttırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masraflarını azaltmak, hastalıkla uğraşmak için gereken teknik ve yasal her önlem zaman geçirilmeden alınmalıdır” görüş ve düşüncelerini ifade eden bu sözleri bize tarıma nasıl baktığını ve bakılması gerektiğini anlatıyor: Ayrıca tarımsal kalkınmanın Türkiye ekonomisindeki önemini de vurguluyordu.
Milli mücadeleden sonra tarım konusu üzerinde önemle durulmuştu. 1927 nüfus sayımına göre çalışan nüfusun yüzde 78’i çiftçilikle uğraşıyordu. İzmir İktisat Kongresinde çiftçilerin ekonomik problemlerine büyük önem verilmesi de bundan kaynaklanmaktaydı.
İleri düzeyde bir tarım için çiftçinin eğitilmesini kaçınılmaz gören Atatürk bu konuda her türlü girişimde bulunuyordu. Buna en iyi örnek 1924 silah altına alma yasası ile ordunun askere alınan çiftçilere, askerlik esnasında tarım makinaları ve yeni yöntemleri öğretmelerini öngörüyordu.
3 Mart 1924’te tarım yöntem ve makinaları konusunda daha iyi ve geniş kitlelere ulaşacak bir eğitim sağlamak amacıyla Tarım Bakanlığı büyük değişim yaşadı. Tarımın hızla gelişmesi isteniyordu. Bu nedenle Ziraat Bankasına verilen önem artırıldı. Şube sayıları artırılarak çiftçiye ulaşılmaya çalışıldı.
1 Kasım 1926 da Atatürk, yapılanları yeterli bulmadığını; herşeye rağmen memleketimizin tarım alanındaki gelişmesini ve ilerlemesini sağlayacak bilimsel ve teknik yetkiye sahip uzmanlarımız azdır dedikten sonra, “tarım kuruluşlarımızı, ziraat okullarımızı zirai çalışmalarımızı, teknik esaslara uygun olarak düzenleyecek tedbirleri, gerçek uzmanların yardımıyla almakla, kararsızlığa yer olmadığı kanaatindeyim.” demişti. Bunun üzerine Tarım Bakanlığı köylüleri araç gereç kullanımı ve yeni tarım yöntemleri konusunda eğitmek için uzmanlar ve vilayet tarım istasyonlarından yararlanarak 1927 yasasıyla hazırlanan programı genişletti. Bakanlık ayrıca fındık, limon, çay, sebze, patates, v.s. gibi ürünlerin yetiştirilmesi için Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmuştu.
Çiftçinin durumunun düzeltilmesi için devlet gelirlerinde düşme görüleceğinin bilinmesine rağmen 17 Şubat 1925’te “ Aşar kaldırılmış, yerine binde 6’lık bir vergi konmuş. Ancak 1929 iktisadi buhranın başlaması ile 1931’de İktisadi Buhran Vergisi, 1932’de de Muvazene Vergisi konulmuştur.
Bu arada hayvancılık teşvik edilmişti. Anadolu’nun kalkınmasında önemli rolü olan hayvancılık için Ankara ve diğer illerde 1927 yasası ile veterinerlik okulları açıldı.
Tarım alanında yapılan her türlü iyileştirme istenen seviyeye getirilememiştir. Çalışan nüfusun %32’sini oluşturan çiftçi ailelerin yıllık geliri 129 liradır. Aynı yıl sanayici ailenin yıllık gelirinin 1000 lira civarında olduğunu gözönüne alınırsa, çiftçinin durumunu daha iyi anlayabiliriz. 1927 senesinde havaların kurak gitmesi gelirin düşmesinde önemli etken olmuştur. 1 Kasım 1929’da Atatürk, sulamanın yapılabilmesi için su işleri idaresinin kuruluşundan bahsedecektir. Ancak bu kez 1929 sanayi buhranı çiftçiyi zor duruma düşürecekti. Çiftçi ailesi 1929’da 1 metre yünlü kumaşı 55 kg buğday alabilirken, 1931’de 160 kg. buğday ödemek zorunda kaldı. Çünkü buğday fiyatları 8 kuruşa düşmüştü.
Atatürk Orman Çiftliğinin Kuruluşu,
Tüm yaşamı boyunca en ufak bir sapma olmaksızın inandığı, değer verdiği felsefesi , yeşile olan tutkusu ve özlemi “Yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör bir insan dahi yeşillikler arsında olduğunu fark etsin” düşüncesi Atatürk Orman Çiftliği’nin kurulmasında en önemli etken olmuştur. Ayrıca Atatürk Orman Çiftliğinin kuruluşuna, özel bir neden de bozkır ortasına kurulmuş Başkent Ankara halkının rahatlıkla gezebileceği, nefes alacağı, yaz, kış yeşil kalabilecek bir cennet, bir doğa güzelliği yaratma arzusu ve özlemidir. İste bu kararını gerçekleştirmek üzere 1925 yılının ilkbaharında, ülkenin tanınmış tarımcılarını Köşke çağırtarak, Ankara civarında modern bir çiftlik kurmak istediğini söyler ve bu amaca uygun bir arazi bulmaları emrini verir. Bu uzmanlar arasında bulunan bir tarımcımız o günkü anılarını şu şekilde aktarmaktadır. “Çiftlik yeri için öyle uzun boylu dolaşmaya ve Ankara’nın çevresinde başka doğal özellikler araştırmaya gerek görmemiştik. Sebepte basitti. Kıraç bir bozkırın ortasında bir orta çağ şehri. Ağaç yok, Su yok, hiç bir şey yok. Böyle bir noktada hazırlanmış ve uygun koşullar taşıyan yerler nasıl bulunabilir “. “İncelemelerimiz bittiği zaman sonucu büyük şefe arz ettik. Kendileri elleri ile bu günkü çiftlik yerinin bulunduğu yeri işaret ettiler ve sordular. -“Burayı gezdiniz mi? -“Buranın bir çiftlik kurulması için gerekli olan niteliklerin hiç birini taşımadığını, bataklık, çorak, fakir bir yer olduğu hakkındaki ortak kanaatimizi söyledik. Atatürk’ün bize cevabı şu olmuştur. işte istedim yer böyle olmalıdır. Ankara’nın kenarında hem batak, hem çorak hem de fena bir yer. Burayı biz ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecektir? Görülüyor ki Atatürk, tarım uzmanlarından en iyi toprak değil, en kötü toprak raporunu alabilmek için faydalanmıştır. Onun aradığı bir çiftlik arazisi değil, büyük yurt yapısını kurarken, insan ile toprak arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkiden doğan denklemi, şartların hemen hiç uygun olmadığı bir noktada dahi halletmenin mümkün olduğunu kanıtlamaktı. Atatürk Orman Çiftliği’nin şimdiki yerini seçtiği zaman, arazinin verim durumu hakkında yerli ve yabancı uzmanların görüşünü istemişti. Davet edilen uzmanların verdikleri raporlar içinde bu topraklar üzerinde her hangi bir tarım faaliyetinin yapılamayacağını iddia edenler olduğu gibi, bu toprakların sıkı bir mücadele ile ıslah edilebileceğini söyleyenlerde vardı. Tarım bakanlığı uzmanlarından Schmit, Orman Çiftliği arazisinde tarım imkânları hakkında verdiği raporda “Bu öyle bir teşebbüstür ki, elverişsiz toprak ve iklim koşulları altında burada ya sabır tükenir yahut ta para” demiştir. Uzmanların bu olumsuz görüşleri, O’nun Ankara’da bir çiftlik kurma konusundaki azmini azaltacak yerde daha da pekiştirmeye hizmet etmiş olmuştur. Atatürk ağaç bile yetişmeyen bir yerde insanın nasıl yaşayabileceğini kendi kendilerine soran ve Ankara’nın devlet merkezi (Başkent) oluşunu affedilmez bir hata sayan insanlara yepyeni bir mucize daha göstermek istiyordu. O, bu şekilde aynı zamanda hem Türkiye tarımına modern bir çiftliğin örnek yöntemlerini hediye etmek, hem de bazı durumlarda ilmin dahi gerçekleşmesini mümkün görmediği girişimlerinde gerçekleştirilebileceğini kanıtlamak gibi çok önemli bir teşebbüste bulunuyordu.
Meclis tutanaklarında Atatürk’ün Türk Tarımı ile ilgili sözleri
Tarımda kalkınmayı kolay ve çabuk yapmak için şartlar, çok ilerlemiş ve hazırlanmıştır. Yeni bir biçimde ve yeni makineler kullanarak iyi bir kuruluşla yapılacak yardımların ivedi sonuçlar vereceğini görüyoruz. Kooperatif kuruluşları her yerde sevilmiştir. Kredi ve satış için olduğu kadar, üretim araçlarını öğretip kullandırmak için de kooperatiften yararlanmayı mümkün görüyoruz.
Tarımda, hastalıkları önleme çalışmalarına önem vermek gereklidir.
Toprak Kanununun bir sonuca, varmasını, Kamutayın yüksek çalışmalarından beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması, kesinlikle gereklidir. Vatanın sağlam temeli ve imarı buna dayanır. Bundan başka, büyük araziyi modern araçlarla işletip vatana fazla üretim sağlanmasını da özendirmek isteriz.
Deniz ve deniz ürünleri ticaret ve endüstrisi önemli bir konumuzdur.
İş Kanununun uygulanması için gereken kuruluşun işlerliğe geçirilmesi gereklidir. Ayrıca, deniz ve tarım işçileri için de yeni yasalar hazırlanmalıdır.
Bu yıl Ziraat Bankasının yeni kanun tasarısı, çalışma konularımız sırasında olacaktır.
Hayatı ucuzlatmak gerektikçe, vergileri indirmek politikasını sürdüreceğiz. Tuz, şeker, çimento, hayvan vergilerinde iki yıl içinde yaptığımız cesur indirimler, her bakımdan yararlı olmuştur.
1 Kasım 1937’de V. Dönem, 3. Toplanma Yılı
“Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır.
Fakat, bu hayati işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için, ilk önce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların, kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lâzımdır. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar başlıca şunlar olabilir:
Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Budan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle, bölünmez bir mahiyet alması. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine göre sınırlamak lâzımdır.
Küçük, büyük bütün çiftçilerin ‹ş vasıtalarını artırmak, yenileştirmek ve koruma tedbirleri, vakit geçirilmeden alınmalıdır. Her halde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir çift hayvan sahibi kılınmalıdır; bunda ideal olan öküz değil, beygir olmalıdır. Öküz ancak bazı şartların henüz temini güç bölgelerde hoş görülebilir. Köylüler için, umumiyetle pulluğu pratik faydalı bulurum. Traktörler büyük çiftçilere tavsiye olunabilir. Köyde ve yakın köylerde müşterek harman makineleri kullandırtmak, köylülerin ayrılamayacağı bir âdet haline getirilmelidir.
Memleketi; iklim, su ve toprak verimi bakımından, ziraat bölgelerine ayırmak icap eder. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik ziraat merkezleri kurulmak gerekir.
Bugün, devlet idaresinde bulunan çiftliklerin ve bunların içindeki türlü ziraat-sanayi kurumlarının bir kısmı, ziraat hayat ve faaliyetlerinin bütün sahalarında her türlü teknik ve modern tecrübelerini tamamlamış olarak bulundukları bölgelerde en faydalı ziraat usul ve sanatlarını yaymaya hazır bulunmaktadırlar. Bu, bakanlık için, büyük kolaylıklar temin edecektir.
Ancak gerek mevcut olan ve gerek bütün memleket ziraat bölgeleri için yeniden kurulacak ziraat merkezlerinin, sekteye uğramadan tam verimli faaliyetlerini; şimdiye kadar olduğu gibi, devlet bütçesine ağırlık vermeksizin kendi gelirleriyle kendi varlıklarının idare ve gelişmesi temin edebilmek için, bütün bu kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurumu teşkil olunmalıdır.
Bir de başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla endüstrimizin dayandığı türlü iptidai maddeleri temin ve dış ticaretimizin esasını teşkil eden çeşitli mahsullerimizin ayrı ayı her birinde, miktarını arttırmak, kalitesini yükseltmek, elde etme masraflarını azaltmak, hastalık ve düşmanlarıyla uğraşmak için gereken teknik ve kanuni her tedbir, vakit geçirilmeden alınmalıdır.
17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi’ni Açış Söylevi
“… bir milletin doğrudan doğruya hayatile, itibarile, inhitatile alâkadar ve münasebattar olan milletin iktisadiyatıdır….
” … . Arkadaşlar, kılıç ile fütuhat yapanlar, sabanla fütuhat yapanlara mağlûp olmaya ve binnetice terki mevki etmeye mecburdurlar. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur. Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Romenler sabanlarına yapışmışlar, muhafazi mevcudiyet etmişler, kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle Fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi anayurdunda çalışmamış olmasından naşi bir gün onlara mağlûp olmuştur. Bu bir hakikattır ki, tarihin her devrinde ve cihanın her yerinde aynen vaiki olmuştur. Meselâ Fransızlar Kanada’da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bu medeni sabanla kılıç mücadelesinde nihayet muzaffer olan sabandır. Ve Kanada’ya sahip oldu. Efendiler kılıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmiye, paslanmaya mahkûm olur. Lâkin saban kullanan kol gün geçtikçe daha ziyade kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa malik ve sahip olur. ”
16 Mart 1923 Adana Çiftçileri ile Konuşma
“Diyebilirim ki hayatımda yaşadığım en ulvi, en sâde, en mes’ut ve samimi gece bu gecedir. Çünkü bu gece çok derin hûrmetlerle, muhabbetlerle merbut olduğumuz milletimizin ekseriye azimesini teşkil eden çiftçilerimizle bir sofrada bulunuyorum, sofrada onların emekleriyle husul bulmuş ekmeği onlarla beraber yiyoruz. ”
Arkadaşlar Dünya’da fütuhatın iki vasıtası vardır. Biri kılınç diğeri saban. Başka yerde de söyledim ve burada bir daha tekrarı faydalı buluyorum. Zaferinin vasıtası yalnız kılınçdan ibaret kalan bir millet, birgün girdiği yerden koğulur, terzil edilir, sefil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişaniyeti o kadar azim ve elim olur ki, kendi memleketinde bile mahkûm ve esir halde kalabilir. Onun için hakiki fütuhat yalnız kılınçla değil sabanla yapılandır. Milletleri vatanlarında takarrür ettirmenin, millete istikrar vermenin vasıtası sabandır, saban kılınç gibi değildir. O kullanıldıkça kuvvetlenir, kılınç kullanan kol çok geçmedi yorulduğu halde sabanını kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur. Kılınç ve saban her iki fatihten birincisi ikincisine daima mağlûp oldu. Tarihin bütün vak’aları ve hadiseleri Payatın bütün müşahedeleri bunu teyit ediyor. Milletimiz çok büyük elemler, mağlûbiyetler, facialar görmüştür. Bütün onlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun hikmeti aslisi şundadır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıçını kullanırken, diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin ekseriyeti azimesi çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık.”
18 Mart 1923 Tarsus’ta Çiftçilerle Konuşma
“… Aziz çiftçiler! Şimdiye kadar sizi anlayan, sizin büyük ruhunuzu takdir eden bu arkadaşınızın sizin için, sizin refahınız ve istikbaliniz için neler düşündüğünü, bundan sonra da inşallah maddi sebereleriyle öğrenmiş olacaksınız. . .”
“… Vatan en çok sizin emeğinize istinat ettiği halde en az bahtiyar ve mes’ut olan yine sizdiniz. . .”
“… Sizi ya harb olunca, ya hazinelerini doldurmak lâzım gelince hatırlarlardı…”
“… Hepinizin malûmudur ki, milletin ekseriyeti sizlersiniz ve yine malûmunuzdur ki, memleketimiz şu iki şeyin memleketidir biri çiftçi, diğeri asker. Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi yetiştirdik: çünkü topraklarımız çoktur iyi asker yetiştirdik: çünkü o topraklara kasteden düşmanlar fazladır. O toprakları sürenler, o toprakları koruyan hep sizlersiniz. Bundan sonra da daha iyi çiftçi ve daha iyi asker olacağız. Lâkin bundan sonra asker oluşumuz artık eskisi gibi başkalarının hırsı, şan ve şöhreti, keyfi için değil, yalnız ve yalnız bu aziz topraklarımızı muhafaza etmek içindir. ..”
“… Çiftçilerimizin gayretiyle memleketimizin mahsuldar tarlaları birer mamure menbaı olacaktır. “
1923-1938 yılları arasında tarım
1932 yılına kadar 1. Liberal dönem olarak kayıtlara geçen bu yıllarda özel girişimciliğin özendirildiği yıllar olmuştur.
1923 yılında Atatürk Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatı ile yayınladığı beyannamede aşağıdaki maddelerle tarıma yer verilmiştir
• Aşar usulünde halkın şikayetçi olduğu ve mağdur kaldığı hususlar ıslah edilecektir.
• Tütün tarımı ve ticareti, milletin en yüksek faydayı temin edeceği şekilde düzenlenecektir.
• Maliye çiftçilere, sanayicilere, ticaret ile uğraşanlara kolaylıkla borç verebilecek şekilde ıslah edilecektir.
• Ziraat Bankasının sermayesi artırılacak ve çiftçilere daha kolay ve daha fazla yardım edebilmesi temin olunacaktır.
• Ülke çiftçileri ile büyük ölçüde tarım makinaları ithal edilecek ve çiftçilerimizin tarım alet ve makinalarından kolaylıkla yararlanmaları sağlanacaktır.
• Ormanlarımızdan fenni gelişmeye uygun bir şekilde istifadeyi, hayvanlarımızın ıslahını sayılarını artırıcı tedbirlerin alınmasını düzenleyen esaslar ortaya konacaktır.
Yine dönemin iktidar programında da tarım ve tarım politikalarına yer verilmiştir.
Bu dönemde en önemli ilk adım Türkiye ekonomi sinin gelişmesi ve güçlenmesi için yapılması gerekenleri tartışmak üzere toplanan 1923 İzmir İktisat Kongresidir. Kongreye her kazadan 3’ü çiftçi olmak üzere 1135 kişi davet edilmiştir. Kongrede alınan karar şöyledir;
1. Reji idaresinin kaldırılması ve yabancıların elinde bulunan içki ve tütün teklinin yerli halka verilmesi
2. Aşar vergisinin kaldırılması
3. Lüks ithalattan kaçınılması
4. Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılması
5. Yabancı sermayen in ülke gelişmesine katkısı göz önünde bulundurularak izin verilmesi
6. Kapitülasyonların kaldırılması
7. Hayvancılığın geliştirilmesi
8. Banka kurulmasının teşviki
9. Devlet memurları ve askerlerin ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanması.
Kongrede çok hızlı ve acele kararlar alındığı için beklenen başarı sağlanamamış ancak, milli bir ekonomi politikasının gereği ve önemi açık olarak ortaya konulmuştur.
Tarım sektörü açısından en önemli değişiklik 17 Şubat 1925 tarih ve 552 sayılı kanunla “aşar vergisi”nin kaldırılması olmuştur. Verginin kalkması devlet gelirinin oranında azalmasına neden olacağı için pazara sunulan ürünlerden yerel yada piyasa fiyatı üzerinden %8-10 oranları arasında değişen vergi alınması öngörülmüştür.
1925’te çıkarılan başka bir kanunla Hükümet, köylüyü topraklandırmak amacı ile bedelini yirmi yılda ödemek üzere toprak dağıttı. Ziraat Bankası, küçük çiftçilere kredi kolaylıkları tanımakla ve faiz haddini düşürmekle yararlı hizmetler yaptı. Kooperatifçiliğe önem verildi. Tarım Kredi Kooperatifleri, Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı.
1926 yılında medeni kanun kabul edilmiş ve toprak üzerindeki özel mülkiyet yasalarla çerçevelendirilmiştir.
Mir-i arazinin bir grubu olan vakıf toprakları da 1935 yılında çıkarılan bir kanun ile tasfiye edilmiştir. Bu uygulama geniş ve verimli vakıf arazilerinin zengin zümreler elinde toplanmasına neden olmuştur. 1945 yılında çıkarılan “çiftçiyi topraklandırma kanunu” ile de vakıf arazilerinin tümünün kamulaştırılarak çiftçiye dağıtılması çalışmaları başlamıştır. Bu dönemde topraksız köylüleri topraklandırma çalışmaları yapılmıştır. 1923-1938 yılları arasında 3,7 milyon dekar arazi dağıtılmıştır. Devlet eliyle dağıtılan toprakların yanı sıra meraların da istilası söz konusu olmuş ve mera arazilerinde 39,2 milyon dekar azalma meydana gelmiştir. Devlete ait toprakların 1/10’u resmi olarak dağıtılmıştır. Resmi olarak dağıtılan toprakların büyük bir oranı göçmenlere verilmiştir. Toprak kanundaki bu adaletsizliği düzeltmek için 1935 yılında çalışmalar başlamış ancak Atatürk’ün ölümü ve II. Dünya savaşı ile sonuçsuz kalmıştır.
Bu dönemde tarımsal istatistiki bilgi 1927 yılında yapılan Ziraat Sayımı sonuçlarından elde edilmiştir. Buna göre, toplam nüfus 13,6 milyon, kır nüfusu 10,3 milyondur. Çiftçi ailesi sayısı da 1.751.239’dur. İlkel, kapalı ve ağalık sistemine dayalı bir tarımsal sistem hakim olmuştur.
Toprak mülkiyetinde dağılım adaletsiz olmuştur. Bu döneme ait kesin kayıtlar olmamakla birlikte 1938’de 35 ilde yapılan ve genelleştirilen bir anket çalışmasına göre nüfusun %25’i, toprakların %14’üne sahip olduğu bulunmuştur. Büyük mülklerin ancak %5-10’u tarla olarak kullanılmıştır. Ekilen topraklar genellikle ortakçı ve yarıcı statü ile topraksız köylüler tarafından basit teknolojiler kullanılarak işletilmiştir. Nüfusun ihtiyaç duyduğu gıda maddeleri geri teknolojinin kullanılması, karayollarının yetersizliği ve büyük şehirlere ulaşımın maliyetli olması nedeni ile yeterince karşılanamamış ve zaman zaman bazı gıda maddeleri ithal edilmiştir. 1923’de tarım ürünleri ithalatı %27 iken alınan bir dizi önlemlerle 1928’de %18’e düşürülmüştü.
1929 dünya ekonomik krizi ile tarımsal ürünlerin ve hammaddelerin ihraç fiyatı düşmüştür. Devletçilik politikasının benimsenmesi bu dönemde başlamıştır. 1934’de tüketim mallarının üretimine ve ithal ikamesine dayanan 1. Sanayi Planı hazırlanıp uygulamaya konulmuştur. Bu plan ile tarım kesimini içeren mevcut gıda ve dokuma sanayi tesislerinin genişletilmesi ve gerekli olduğu takdirde yenilerinin yapılması, yatırım ve ara malı üreten sanayilere öncelik verilmesi benimsenmiştir. Tarımda makinalaşmanın başlatılması için devlet bu alanda da girişimlerde bulunmuştur. 1932 yılından itibaren tahıl fiyatları desteklenmeye başlanmış ve ilgili bir kurum olarak da 1938 yılında Toprak Mahsulleri Ofisi kurulmuştur.
Lozan Antlaşması hükümlerine göre yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, dış ticaret alanında 1929 yılına kadar Osmanlı Dönemi’nde (1.9.1916 tarihli) belirlenen spesifik Gümrük Tarifelerini uygulamıştır. Ancak, Gümrük Tarifelerindeki Gümrük Resmi miktarlarına katsayı uygulanarak vergi alınması yoluna gidilerek Gümrük Resmi konsolide edilmiştir. Lozan Anlaşması’nın bu hükümleri nedeniyle yeni cumhuriyetin ve onun yöneticilerinin “ulusal ekonomi ” yaratma amaçları doğrultusunda kararlar alması engellenmiştir. ilk kez 1929 yılında ulusal bir gümrük tarifesi uygulanmaya başlanmıştır.
1923 yılına göre 1933 yılında; hububat ekim alanlarında %9, bakliyat ekim alanlarında %17, şekerpancarı ekim alanında %205, patates ekim alanında %39 artış olmuşken, bu ürün ve ürün gruplarındaki üretim artışı ise hububatta %63, bakliyatta %72, patateste %47 ve şekerpancarında %2700 olmuştur. Bu dönemde zor şartlara rağmen geçimlik üretimden pazara dönük üretimin ilk sinyalleri verilmeye başlanmıştır. Cumhuriyetin ilk on yılında tarımın milli gelir içindeki payı sabit fiyatlarla çok az değişmiştir. 1923 yılında %43 olan tarımın payı 1933 yılında %41,5’e düşmüştür. Yine bu dönemde tarım sabit fiyatlarla yaklaşık %100 gelişme göstermiştir.
1923 yılında ihracat 50.8 milyon dolar, ithalat ise 86.9 milyon dolar iken bu rakamlar 1930 yılında sırasıyla 71.4 ve 69.5 milyon dolar düzeyine yükselmiştir. Bu dönemde 1930 yılı hariç olmak üzere tüm yıllarda dış ticaret dengesi sürekli açık vermiştir. İhracatta tarımın payı %86 olarak gerçekleşmiştir.
Atatürk ve Tarım Kredi Kooperatifleri
Atatürk 1936 yılında tarımsal kooperatifçilik konusunda yoğun faaliyetlerde bulunmuştur. Bunlardan birisi, ıçel’in Tekir köyünde Atatürk’ün sahibi olduğu Tekir çiftliği civarındaki çiftçileri tarım kredi kooperatifi kurmaları için cesaretlendirerek örgütlemesidir. Merkezi Tekir Çiftliği olmak üzere bir tarım kredi kooperatif kurmak üzere 10 köyden 36 üretici, kurucu üye olarak Silifke Ziraat Bankasına imzalı bir dilekçe vermişlerdir. Soyadı Kanunu çıkıncaya kadar Mustafa Kemal adını kullanan Atatürk, özel bir yasayla kendisine Atatürk soyadı verildikten sonra ilk kez Kemal Atatürk ismini kullanarak ve kooperatifin 1 nolu kurucu üyesi olarak bu dilekçeyi imzalamıştır. Dilekçenin metni şöyledir
“Silifke Ziraat Bankasına, Merkezi Tekir Çiftliği olmak ve Arkarası, Persenti, Avşar, Karadereli, Tekir, Tekirkoyuncu, Türkmenli, Türkmenaşağı, Tozara köylerini de ihtiva etmek üzere mıntıkanızda 2836 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri Kanununa uygun bir tarım kredi kooperatifi kurmak istiyoruz.
Dileğimiz Bankanızca da muvafık görüldüğü takdirde, imzalanmak üzere 6 nüsha ana mukavelenamenin Ekonomi Bakanlığınca tasdik ve noterlikçe tescil muamelelerinin ifası için gereğinin yapılmasını dileriz.”
Zamanın Ekonomi Bakanı Celal Bayar kooperatif kurma girişiminden ötürü Atatürk’e bir kutlama telgrafı çekmiş ve Atatürk bu telgrafa aşağıdaki cevabı vermiştir
“Tarım kredi kooperatiflerinin ilki olan Tekir kooperatifinin muamelelerinin bittiğini sevinerek öğrendim. Bu kooperatife 1 nolu üye olarak bulunmamı muhabbetle yadetmenize teşekkür ederim. Tarım Kredi Kooperatiflerinin bütün yurdu kaplamasını başarı ve gayretlerinizden bekliyoruz.”
Görüldüğü gibi, Atatürk kooperatifleri desteklemekle kalmamış, kendisi de Silifke Taşucunda Tekir Çiftliğinde kurulan Türkiye’nin ilk tarım kredi kooperatifi olan Tekir Kooperatifi ile daha önce değinilen Ankara Memurlar Kooperatifine 1 nolu kurucu ortak olmuştur.
Günümüzde Silifke’ye taşınmış olan bu kooperatifin adı “Atatürk Tekir Tarım Kredi Kooperatifi” olmuştur. Kuruluş dilekçesinin verildiği 30 Haziran günü ise son yıllarda çeşitli kooperatif örgütlerince “Kooperatifçilik Bayramı” olarak kutlanmaktadır.
2834 ve 2836 sayılı tarım satış ve tarım kredi kooperatifleri yasalarının yürürlüğe girmesi ve ülkede hızla kooperatiflerin kurulmaya başlanması üzerine, 1 Kasım 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisini açarken Atatürk şöyle konuşmuştur
“Kooperatif teşkilatı her yerde sevilmiştir. Kredi ve satış için olduğu kadar, istihsal vasıtalarını öğretip kullandırmak için de kooperatiflerden istifadeyi mümkün görüyoruz.”
“Ziraat sanayi bilhassa üzerinde meşgul olacağımız mevzu olacaktır. Bu arada sütçülüğe, süt sanayine hususi önem vermekteyiz. Sırasıyla şehir ve kasabalarımızın temiz ve ucuz süt mamulatı ihtiyacını temin edecek fabrikalar tesisine ve bununla ahenkli bir surette köylerdeki sütleri kıymetlendirecek ve satışı kolaylaştıracak kooperatifler teşkiline çalışılacaktır.”
Yukarıda açıklandığı gibi, Atatürk’ün ülkemizde kırsal ve kentsel kooperatifçiliğin geliştirilmesi için yaptığı faaliyetler oldukça yoğun olmuştur. Hayatı boyunca ekonomik kalkınmada ve üreticilerin refah düzeylerinin yükseltilmesinde kooperatiflerden önemli birer araç olarak yararlanılması gerektiğini ileri sürmüş, kooperatifçilik yasalarının çıkartılması ve kooperatiflerin kurulması için bizzat çalışmıştır.
Atatürk kooperatifçiliği her zaman övmüştür. 1925 yılında Kastamonu’da yaptığı bir konuşmada şöyle demiştir
“Ben de çiftçi olduğumdan biliyorum, makinesiz ziraat yapılmaz, el emeği güçtür, birleşiniz, birlikte makine alınız.”